KADIN ŞAPKA GİYE Kİ, ASILA?

“KADIN ŞAPKA GİYE Kİ, ASILA?!”
Atatürk’ün Kastamonu’ya gelişleri ve Şapka İnkılabı’nın gayri resmi ilanının (!) 87. Yıldönümü etkinliklerimiz başladı…
Neden gayri resmi dedim; çünkü Şapka İktisası Hakkında Kanun 25 Kasım 1925 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir…
Dilerseniz kronolojik bir ettekrarü ahsen ile başlayalım;
Atatürk, 23 – 31 Ağustos 1925 tarihleri arasında Kastamonu ziyareti yapar…
Panama Şapkası’nı ilk kez bu ziyareti esnasında giyer…
Ve “bu serpuşun adına şapka denir” sözü 27 Ağustos 1925 tarihinde İnebolu Türk Ocağı binasındaki hitabetinde söylenir…
Tarihler 23 Eylül 1925’ i gösterdiğinde, Açıksöz gazetesinin ilk sayfasının sol üst kısmında “Bilumum Meclis Azaları Şapka Giymek Mecburiyetindedirler” başlıklı bir haber yayınlanır.
Bu haberden anlaşıldığına göre; TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve devlet memuru olanların hepsi de ŞAPKA giymek mecburiyetindedir.
Ve iki ay kadar sonrasında 25.11.1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında kanun yürürlüğe girer.
Bu kanuna göre; bütün TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve memurlar ŞAPKA giymek mecburiyetinde olduğu gibi, SİVİL (!) vatandaşın da Şapka dışındaki bir kisveye yönelmesini hükümet men eder!
 
Artık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tüm erkeklerinin ŞAPKA giymesi mecburidir…
Peki bu kanuna muhalefet edenin suçu nedir?
“Hükümetin tespit eylediği kıyafetin gayri kıyafet iksa edenler (giyenler) üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler.”
Bu ifade Açıksöz Gazetesinde 2 Aralık 1925 tarihli nüshasındaki haberin alt başlığı…
Balkan Savaşları, Birinci Cihan Harbi ve kurtuluş Savaşı dönemleri boyunca neredeyse 20 yıldır cepheden cepheye koşan, bütün varını-yoğunu yitiren, fakirlik ve yokluk içersinde halk, köyle, Anadolu insanı, Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması ve yepyeni bir devletin kurulmasıyla barışa, huzura, özgürlüğe kavuşmanın sevincini yaşıyordu o yıllarda, haklı olarak…
Savaş bitmiş, barış gelmişti…
Artık yaralar sarılmaya, kırılan beller doğrulmaya çalışıyordu…
Şapka Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından Devlet memurlarına şapka alabilmeleri için “Şapka Avansı” verildi!
80 lira Şapka Avansı verildiği günlerde bir ekmeğin fiyatı 5 kuruş idi! Yani 1600 ekmek parası ile bir şapka alınıyordu! Günümüze tevdi etmeye çalışırsak (devalüasyonlar, paranın değerinin azalması, vs. vs. etkenlere hiç girmeden ve yeniden değerleme kriterlerini bile işin içine bulaştırmadan) bir şapka en az 1200 TL  idi.
Haliyle devlet memurlarının bir çırpıda şapka alabilmeleri mümkün değildi! Çünkü şapka bir aylık maaşlarını yutuyordu! Bu yüzden memurlara Şapka Avansı verilmesi uygun görülmüş ve taksitle bu avansları ödemesi kolaylığı getirilmişti!
Üç büyük savaştan yeni sıyrılmış bir ülkenin köylülerinin aylık gelirleri ne kadardı?!
Elbette Şapka Kanunu halk tarafından kolaylıkla kabullenilmedi. Ülkenin değişik yörelerinde “Şapka giymek istemiyoruz!” protestoları (isyan demiyorum, protesto diyorum!) baş gösterdi…
Rize’de Hamidiye zırhlısı şehri topa tuttu…
Erzurum’da erkeklerin giymek zorunda oldukları şapkaya muhalefetten bir kadın(!) idam edildi…
Şalcı Bacı, idama doğru giderken hala şaşkındı…
“Kadın şapka giye ki, asıla?!”
Şapka İktisası Hakkındaki Kanun’a muhalefetten binlerce vatandaş ağır hapse mahkum edilirken resmi tarihe göre 80’ e yakın, gayri resmi tarihe göre binlerce insan idam edildi!
Kanunen Şapka İktisası Kanununa aykırı hareketin cezası üç ay ile bir yıl arası hapis cezasıydı!
Ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun halen yürürlükte olan bir kanundur!
Ama ben ne TBMM üyelerinin, ne ticaret, sanayi, meclis üyelerinin, ne devlet memurlarının başında şapka göremiyorum!
Tarih, olayları dönemi içersindeki şartlar ve zemin doğrultusunda değerlendirdiğimizde geleceğe ibret vesikası olur… Biz de elbette ki olayları dönemi içersinde yorumlamalı ve eleştirmeliyiz…
Bunun yanında dünyanın gelişmesi, değişmesi, yenilenmesi karşısında eğer tarihi tabulaştırırsak; tabularımızın esaretinde kalmaya mahkum oluruz…
Bir zamanlar Osmanlı diyarına matbaa getirilmeye çalışıldığında geçimini yazı yazmakla sağlayanlar ve en önemlisi de hattatların, bizi üç yüz yıl yerimizde mıhlamaları;
Medreselerde fenni ilimleri geri plana itip dini ilimlere ağırlık veren zihniyetin, ecdadın bilimsel keşif ve buluşlarının devamını Avrupa ve Amerika’lı bilim adamlarının geliştirmeleri;
Osmanlı ordusunda yapılmak istenen yenilik hareketlerinin neredeyse tamamının bir padişahın kellesini alması;
Sanırım tarihin ibret alınacak vesikalarını teşkil ediyor!

KAYNAKLAR:
1-     Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 030.18.1.1.15.61.2.
2-     Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V35.5.44.6.
3-     Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V41. 8.67.20, (6.11.1926).
4- Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V08.2.6.15; 051.V16.3.16.13;
051.V05.2.2.17.
5- Cihan Aktaş, Tanzimat’tan 12 Mart’a Kılık-Kıyafet ve İktidar.
7- Necib Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yay., 27. Basım, İstanbul 2009, s. 78
8- Cihan Aktaş, “İskilipli Atıf Hoca ve Şalcı Bacı’nın Hazin Hikâyesi”, 08.01.2010, Dünya Bülteni
9- Kastamonu açıksöz gazetesi, 23 eylül 1925 tarihli nüshası
10- Kastamonu açıksöz gazetesi, 2 aralık 1925 tarihli nüshası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Yönetici incelemesinin ardından yayına alınacaktır.