ben zaten inecektim

BEN ZATEN İNECEKTİM!

Gönül isterdi ki,
2013 yılının değerlendirmesini yaptığımız cillop gibi bir köşe yazısıyla karşınıza çıkalım…
Ama bazen durdu mu duruyor işte izan…
Hani yeni nesilin deyimiyle “kaaaalll” geliveriyor!
Ağlamak isteyip ağlayamaz…
Haykırmak isteyip de dudaklarınızı bir nebze olsun açamaz ve bağıramazsınız ya…
Bizim sözyaşlarımız da bu hafta öyle oldu!
Gerçi memleketimiz adına bir şeyler üretmeye çalıştığımız, memleket sevdasıyla çıktığımız yolda;
Gücümüzün yettiği tek şeye; kaleme sarılarak karınca kararınca bir şeyler karaladığımız,
Yıllar boyunca çalışmalarımıza, ürettiklerimize, ortaya koyduklarımıza “memleket sevdalı” sessiz kalışlar varken, bizim bir hafta sessiz kalışımız doğal karşılanmalı!
…..

AFFET ALLAH'IM...

AFFET ALLAH’IM!


İki Cihan Serveri Taif’teydi…

İnsanlığa rahmet ve müjdeleyici olarak gönderilen,

Alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı,

Yüce Mevla’nın “Habibim” dediği “En Sevgili”;

Taif halkına İslam’ı, Allah’ı, ebedi kurtuluşu müjdelemeye gitmişti…

Ne var ki;

Taif halkı, çocuklarının ellerine taşları vererek bu müjdeyi karşıladı!

Saçının bir teline bütün kainatın eşdeğer olmadığı Allah’ın resulüne Taif’li çocukların ellerinden, Taif halkının nasırlaşmış yüreğinden kopup hücum etti kaskatı taşlar…

ORDA BİR ATA YURDU VAR UZAKTA

ORDA BİR ATA YURDU VAR UZAKTA…

Orda bir ata yurdu var uzakta…
Tarih kitaplarımızda altın yaldızlı harflerle yazdığımız büyük medeniyetleri dünya tarihine kazandırdığımız yerde…
İlk Türk devletinin bulunduğu coğrafyada…
Orhun kitabelerinin yazıldığı bölgede…
Adında Türk ifadesi geçen ilk devletin doğduğu topraklarda…
Biz adına Doğu Türkistan diyoruz!
Başkaları Sincan!
Yani kurtarılmış topraklar!
Yani yeni kazanılmış topraklar!

Çocukluk Hayali

ÇOCUKLUK HAYALİ

Çocukluk hayaliydi;
Tarih öğretmeni olacaktı!
Tarih sahnesine çıktığı günden bu yana;
Adaleti, devlet sistemi, ordu düzeni, sosyal müesseseleri, folklorik zenginliği, disiplini, at, bozkurt, ok, yay, budun, kağan, yabgu gibi terimlerde hayat bulan eşsiz medeniyeti ile;
İslamiyet’in iki dünyada saadete ulaştıran dairesine girdiği günden itibaren de;
İslamın bayraktarlığını elinde tutması, Türk- İslam Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’nin serhat boylarında “Allah! Allah!” nidaları eşliğinde zaferden zafere taşınması UĞRUNA “Ya Şehit olan ya da Gazi”
Şanlı ecdadını geleceğin teminatlarının beyinlerine…
İlmek ilmek nakşedecekti…
…..

TERS - HANE

TERSHANE

Bu ülkeyi çok seviyorum!
Her gününe özel bir gündem!
Her saatine özel bir gelişme…
Hatta her dakikasına özel bir olay hazinesi var!
Öyle baş döndürücü bir hızda gündem değişiyor ve gelişiyor ki, hızına ayak uydurmak neredeyse imkansız!

ÖZGÜRLÜĞÜN CILKI!


Yıl 1711…
Bize Rus ordusunu tarihe gömme fırsatının kaçırılması ve Baltacı Mehmet Paşa’nın ışık hızıyla paralel yükselişinin bir anda tepetaklak olmasını hatırlatırken…
İtalya’ya antik bir kentin iki bin yıllık uykunun ardından silkinmesini hatırlatıyor…
Ve insanlığa; ahlaki değerlerin çöküşünün hangi sonuçları doğurduğunu haykıran bir ibret levhasının tozunun toprağının süpürülme vaktinin geldiği tarih oluyor 1711…
Bir İtalyan köylüsü, o gün bağda kazacağı çukurun iki bin yıllık bir ibret levhasını gün yüzüne çıkaracağını elbette bilmiyordu!
Hatta ondan sonra, kazılan çukurda ortaya çıkan duvarın ardındaki sis perdesinin tam olarak aralanması da uzun ve yorucu titiz çalışmalar gerektirdi…
Sonuçta, Pompei şehri sanki iki milenyum ötesinin dikkatine sunulmayı bekliyormuşçasına, tüm çıplaklığı (!) ile ortaya çıkarıldı…

MAR-MA-RAY

MAR-MA-RAY


150 yıllık hayal gerçek oldu…

Cumhuriyetin 90. yılı bu sene daha bir anlamlı kutlandı…

Marmara Denizi’ni dipten geçiyoruz artık!

Köprü keşmekeşine son…

Saatler süren balık istifi yolculuklara elveda…

Vatana millete hayırlı uğurlu olsun!

ÇÖMEZ TARİHÇİLERDEN BÜYÜK ADIM



Kastamonu Üniversitesi Tarih Bölümü Birinci sınıf öğrencileri 19-20-21 Şubat 2014 tarihlerinde Milli Şair’in torunu Selma Argon Hanım Efendi’yi ilimize getiriyor…
Onlar üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getiriyor…
Şimdi sıra Kastamonu kimliğinde…
Sivil toplum örgütlerinde, iş adamlarında, sanatçılarında, siyasetçilerinde, bürokratlarında…
Ve malumunuzdur ki, sılasındakinin üç – beş misli insanını barındırdığı İstanbul, bu gençlere destek verecek ilk adres olmalı…
Tarihin çömezleri büyük bir taş attı…
Attıkları taşın ürküttükleri kurbağaya değmesi sizin elinizde…
…..

Mehmet Akif’in torununu Kastamonu’ya getirmek için kolları sıvayan tarihin çömezlerine destek vermek istiyorsanız kastamonutarih2013@gmail.com adresine bir mail atın lütfen… İnanın lazım olan destek, bir çok işadamımızın çerez parası mesabesindedir…

MEHMET AKİF’İN TORUNU KASTAMONU’YA GELİYOR…




Kastamonu Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü birinci sınıf öğrencileri, örnek alınacak bir etkinliğe imza atmaya hazırlanıyor.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un hayattaki iki torunundan biris olan ve 2011 yılı Eylül ayında da ilimize teşrif eden Selma Argon Hanım Efendi ile irtibat kuran Tarih – 1 öğrencileri, Selma Argon’dan aldıkları müspet cevapla kolları sıvadı.
“Mehmet Akif’in Torunu Kastamonu’da” etkinliği için öncelikle Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Seyit Aydın ile görüşen ve Tuğba Güler, Arzu İtişgen, Zühal Menteş, Mücahid Furkan Şeker ve Fevçi Çelik’ten oluşan Tarih Bölümü birinci sınıf temsilcileri, Rektör’den aldıkları olumlu cevap ve destek sözünün ardından çalışmalarına başladı.

Ben Kastamonuyum!

Kastamonu' dan Mektup Var!

NOT : Bu yazımızı 2011 yılında kaleme almıştık! O yıldan itibaren yüzlerce kez şahıslar, dernekler, federasyonlar, konfederasyonlar, kuruluşlar tarafından toplantılarda, konuşmalarda, videolarda, slaytlarda yüzlerce kez bu yazımız kullanıldı. Ancak büyük bir çoğunluğunda yazımız kullanılırken, yazının sahibinin ismini bile anmaya tenezzül etmediler… İstediğimiz para – pul, telif hakkı melif hakkı değil! İstediğimiz bu yazının sahibine, emeğine, kalemine, memleket sevdasını kaleme akıttığı yüreğine saygıydı! Olmadı! 12 yıl önce yazdığımız bir yazı bu yüzden tekrar okurlarımızla paylaşmak istedim. Bu yazının işlendiği bir metin, bir slayt, bir videoya rastladığınız zaman yazarının ismini göremiyorsanız, nacizane bu köşenin yazarını hatırlayınız lütfen! 

Andımızı Kim Okumalı?

ANDIMIZI KİM OKUMALI

Birkaç gündür ANDIMIZ ile yatıyor ANDIMIZ ile kalkıyoruz!
Andımız okunmalı mı, okunmamalı mı?
Andımız okunmalı!
Okutulmalı!
Ama henüz günahı sevabı, doğruyu yanlışı, iyiyi güzeli doğru dürüst kavrayamayan ilkokul çocuklarına değil, ortaokul, lise, üniversite talebelerine!
Hatta ve hatta yolda gördüğü çöpü kaldırmayana…
Dolmuşta engelliye, yaşlıya, hastaya, bebekli kadına yer vermemek için uyku rolüne soyunana…
Kahvehane köşelerinde pinekleyen çalışkan işsizlere…

TÜRKÜM DOĞRUYUM ÇALIŞKANIM

TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM!

Aylardır beklenilen demokratikleşme paketi açıklandı!
Kimisine göre dağ fare doğurdu!
Kimisi tamamen ideolojik bir bakış açısıyla paketi tu-kaka ilan etti!
Kimisi siyasi duruundan ötürü içinde kendinden de hisler bulsa bile renk vermeden yerden yere vurdu!
Kimisi de kendi özel dünyasındaki beklentilerini göremediği için hüsrana uğradı!
Kimisine göre Türkiye bir adım daha ileri gitti!
…..

Talihi Belirleyenler

TALİHİ BELİRLEYENLER

Kırkından sonra azanı teneşir paklar da,
Kırkından sonra talebe olanı ne paklar?
Bilmiyoruz…
Öğreneceğiz!
Hatta öğrenmeye başladık da…

Yüreğindeki Sıla Nüfusunda da Olsun!

Kastamonu…
Göz erozyonu ile en fazla tahrip olan illerin başında gelen diyar…
Köylerimiz artık eskisi gibi cıvıl cıvıl değil…
Hazan yaprakları bir bir yere düşmeye başladığında sapsarı bir vaveyla eşliğinde…
Köylerimizin tüten bacaları da suskunlaşıyor…
Ne zaman ki baharın yemyeşil seramonisi memleketimin köylerinde duyulmaya başlıyorsa, tekrar bir kıpırdanma yaşanıyor…
Kışın İstanbul’a evladının yanına göçen eski topraklar, kendilerini çağıran sıla toprağıyla hasret gideriyor…
6 ay kadar köyünü şenlendiren eskimeyen topraklar, bir hazan mevsiminde yine gurbet yollarına düşüyor…
Bu devran böyle sürüp gidiyor!
Aslında memleketinden göçen beden değil yürek oluyor!

ÇİÇEK BÖCEK!!!

ÇİÇEK BÖCEK


Sen, sen ol;
Çiçekten böcekten gayrısına kalem oynatma…
Ağaçları yaz, ormanı, doğayı yeşilin tonları eşliğinde…
Gökyüzünü yaz, denizi, ırmağı mavilerin derinliğinde…
Ya da ne bileyim,
Rengarenk otantik kadın giysilerinden dem vur,
Çekme helvadan, kel simitten, tiritten, etli ekmekten güzellemelerle donat yazı sofrasını…
Hüsamettin Çoban Bey, Yunus Mürebbi, İsmail Bey, Mustafa Onbaşı, Salih Reis ile coştur yürekleri…
Azdavay’ın Aşıklar Köprüsü, İhsangazi’nin Sepetçioğlu Osman Efesi, Tosya’nın pirinci, Taşköprü’nün sarımsağı, Kastamonu’nun evliyaları dolaşsın köşe yazılarında…
…..

aile hekimliği - sokak köpekleri


AİLE HEKİMLİĞİ

Öğrenmenin yaşı yok…
Aile hekimleri ve Aile Hekimliği hususunda tüm doğrularım bir geç muayene ile alt üst oldu…
Aile Hekimime geçtiğimiz hafta son hasta olarak gittim. Bizden sonra hasta olmayınca da burnumuzun akıntısının derdine bulduğumuz dermanın ardından biraz çene çaldık…
Meğer Aile Hekimliği benim bildiğimin çok ötesindeymiş! Cehaletimden utandım doğrusu!
Ayda 8 bin lirayı aşan maaşlarına artık gıpta ile bakmıyorum!
Neden mi?
Aldıkları bu para,
Sadece evlerine götürdükleri ekmeğin parası değil…
Çalıştıkları aile hekimliği binasının tefrişi, kirası, boyası, badanası, temizlikçisi, sigortası, elektriği, telefonu, suyu, şuyu, buyu benim gözlerimi faltaşı gibi açıp baktığım  maaştan gidiyor!
Aile Hekimliğinin tüm masrafları ödediklerine göre; döner sermaye cihetinden bir şeyler aldıkları falan da sanmam artık. Çünkü almıyorlar!
Günde ortalama 200 – 300 hastası var misal benim hekimimin…
Bunun yanında;
Hamile takibi yapar…
Çocuk aşısı takibi yapar…
Haftanın bir günü köy yollarına düşer…
Aile hekimlerinin maaşları 8 bin liraya kadar çıkıyor!
Yok kardeşim, ben böyle maaş istemem!
Allah kolaylıklar versin Aile Hekimlerine…

…..

ders kitapları

DERS KİTAPLARI

Yeni bir eğitim – öğretim dönemine merhaba dedik…
Mini mini birlerimiz
Çalışkan ikilerimiz
Tembel oldukları yönünde iftiraya kurban giden üçlerimiz
Misafir dörtlerimiz
Kapı dışarı beşlerimiz
Ve 0’dan 12’ye bil cümle rakamlarımızın simgelediği sınıflarımız
Bugünden itibaren yaz uykusundan uyanıyor…
Sınıflar cıvıl cıvıl…
Üniformalar, ayakkabılar, defterler, kalemler, çantalar alındı…
Kitaplar…
Kitaplar sınıflarda öğrencileri bekliyor hazır kıta…
Malumunuz ders kitapları bilmem kaç yıldır devlet tarafından karşılanıyor…
…..

Yunus Mürebbi - 2012

Bir yıl daha geride kaldı…
Kastamonu’da bir yılın mini almanağını bir sonraki yazımıza bırakarak; müsaadenizle Yunus Mürebbi mahlasının sahibinin 2012 almanağını paylaşmak istiyorum…








kastamonu çocuk hikayeleri dizisi

Kastamonu Çocuk hikayeleri dizisinin ilk kitabı çıktı.

Yunus ile Pınar'ın Maceraları serisinden çıkan "Kerpiçten Cami Yakışmaz" adlı çocuk hikaye kitabında Kastamonu'nun simge eserlerinden birisi olan Nasrullah Camii'nin yapılış hikayesi anlatılıyor...

Sinem Çamcı tarafından resimlenen hikaye çalışması ile 100 kitaplık bir serinin ilk adımını attığını belirten Yazar Erdal Arslan, Kastamonu'yu ve değerlerimizi ilkokul seviyesindeki çocuklarımıza anlatacak tek kaynak olan hikaye serisinin ilk kitabıyla İstanbul'daki Kastamonulular tarafından büyük beğeni topladı.

Kastamonu Hikayeleri

Kastamonu'nun yaşanmış ve tarihi kaynaklarda geçen 13 farklı hikayesi bir kitapta toplandı.

Yazar Erdal Arslan tarafından kaleme alınan Kastamonu Hikayeleri adlı eser ile Kastamonu'nun tarihi, kültürel ve sosyal yapısına yönelik önemli bir eser ortaya kondu. Akıcı üslubu, farklı bakış açısı ve her kesimin keyifle okuyabileceği bir sürükleyicilikle donanan 13 hikaye ile Kastamonu'ya daha farklı bakacaksınız...










MANİFESTO: Mehmet Akif'in Kastamonu'da Milli Mücadele Çalışmaları


MANİFESTO : Mehmet Akif'in Kastamonu'da Milli Mücadele Çalışmaları adlı kitabın yazarı Yunus Mürebbi (Erdal Arslan), TRT HABER kanalında İnci Ertuğrul'un konuğu oldu.

HOCANIN KARISI VE AMERİKA

HOCANIN KARISI VE AMERİKA

Bugün internette gezinirken ilginç bir hikaye gözüme çarptı…
Nasreddin Hoca ve karısının bir düğün evine davet edilmeyişi ile başlayan hikaye, malumunuz Nasreddin Hoca’nın göstermelik bir şekilde karısını kovalaması, karısının düğün evine sığınması ve nihayetinde Hoca ve karısının mükellef bir ziyafetle düğün evinden ayrılmasıyla başlıyor…
Hikayenin buraya kadar olan kısmını eminim bir çoğunuz biliyorsunuz…
Asıl dikkat çekici olan hikayenin devamı…
Taaa fi tarihlerinden bugünlere uzanan bir kurgu örgüsü…
Kastamonu Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Doç. Dr. Cevdet Yakupoğlu; Nasreddin Hoca ve karısının düğün evine sızma operasyonunu bugünün Amerikası’na öyle bir bağlamış ki, takdir etmemek elde değil…
Kastamonu’nun yetiştirdiği nadir tarihçilerden birisi olan ve sadece akademik bilgi ve yeteneği ile değil memleket sevdası ve tarih aşkıyla da takdir ettiğim Yakupoğlu’nun hikayecilik alanına da el attığını görmek benim için hoş bir olay…
Sahi, Amerika’yı Nasreddin Hoca yapan şey neydi?

MESELE AĞAÇ DEĞİL, SEN HALA ANLAMADIN MI?


Bir ihtilalin yıldönümüydü…
Halkın teveccühü ile seçilmiş bir başbakanın ve bakanlarının ipe götürüldüğü bir darbenin yıldönümüydü…
Demokrasinin, seçme ve seçilme özgürlüğünün, insan haklarının ayaklar altına alındığı bir demokrasi kıyımının yıldönümüydü…
Ağaç sevdasıyla çıktılar yola…

Ahşabın Yolu İç Mimardan Geçer

AHŞABIN YOLU İÇ MİMARDAN GEÇER

Geçtiğimiz hafta Kastamonu’da Ahşap Fuarı rüzgarı esti…
Hafta sonu da İSTAMON neferleri Kastamonu’daydı…
Kastamonu tarihindeki ilk Ahşap Sempozyumu’na imza atan
Hüseyin Karadeniz ve İstamonu Gazetesi’nin diğer kilit taşları Murat Güven, Gözde Yüksel, Sibel Can…
Kastamonu Valisi Sayın Erdoğan Bektaş’ın misafiri olarak Kastamonu’da bulundular…
Türkiye’de mikro kredinin öncüsü olan Prof. Dr. Aziz Akgül ve MOSDER Başkanı Ahmet Güleç’in de içinde yer aldığı bir grup işadamımız ve İstamonu ekibi Vali Yardımcısı Atilla Kantay Bey’in mihmandarlığında hem kendileri hem de Kastamonu kimliği için oldukça verimli iki gün geçirdi…
Şahsımız da davetsiz misafir (!) olarak bu güzide ekibin tecrübesinden, fikirlerinden, enerjisinden istifade ettik…

SÖZLERİM ÇARPITILDI!



Gazetecilik zor zanaat…
Gecen yoktur,
Gündüzün yoktur,
Sabah 8’de başlayıp akşam 5’te biten mesain yoktur…
Rutin işlerin olmaz bu meslekte…
Yarın nasıl bir tempoda çalışacağını da kestiremezsin…
Bırak yarını, bir saat sonra hangi habere koşacağın bir muammadır…
Gazetecilik,
Muammalar girdabında, sürprizlerin koltuğunda, kamuoyuna bilgi ulaştırma sanatıdır…
Ve nankör bir meslektir!
Acımasızdır…
….

Geçtiğimiz gün bir gazeteci arkadaşımız bir haber yaptı…
Bir şehit ailesinin sesini kamuoyuna duyurdu…
Haberinde kaleme aldığı ifadelerin hepsi de şehit babasının, şehit annesinin ve şehit kardeşinin kendisine söylediği sözlerdi…
Ne bir eksik ne bir fazla!
Haberi yerel gazetelerde, internet sitelerinde ve bir haber ajansında yer buldu…
Bir gün sonra bir tekzib haberi doldurdu gazete sütunlarını…
“Sözlerim çarpıtıldı!”
“İfadelerim yanlış anlaşıldı!”
“İyi niyetle söyledikklerim yanlış aksettirildi!”
Bunun üzerine haberi yapan gazeteci arkadaşımız, şehit ailesi ile ilgili haberine kaynaklık eden videosunu paylaşmış internetten…
Videoyu defalarca izledim…
Ve tekzip edilen haber metnini okudum…
Arkadaşımız şehit ailesi ne dediyse onu aktarmış haberine… Ne yanlış aksetirme, ne çarpıtma ne de yanlış anlaşılma mevcut…
Ve bir gün sonra basında çıkan haberlerle bu gazeteci arkadaşımız ağır bir ithamın kucağında buldu kendini…
Yalan, yanlış veya çarpıtma haber yapma ithamıyla karşı karşıya kaldı…
Bu habere yer veren gazetelerimiz, haber kaynağı kişinin “sözlerim çarpıtıldı, ben onu kastetmemiştim” ifadelerine yer verirken; haberi yapan kişiden en ufak bir açıklama alma zahmetine katlanmadılar!
Bir gazeteciyi yine gazeteci arkadaşları infaz ettiler!
Bence hata ettiler!

Sizce?!

ahşabın raconunu kesmek

AHŞABIN RACONUNU KESMEK…

İnsanoğlu’nun beşikten mezara yolculuğu onunla…
Teknoloji canavarı ne kadar uğraşırsa uğraşsın onun yerini alamadı, alamayacak…
Sanayileşme çağının ve ardından gelen bilim – kurgu filmlerini andırır elektronik canavarlığın bütün gücüyle saldırdığı dönemlerde bile insanoğlunun vazgeçilmezi olmaya devam etti…
Ve artık değeri daha da fazla anlaşılır hale geldi…
Ahşap bütün dünyada yeniden tahtına kuruluyor…
Metalin, plastiğin, demirin, ıvırın, zıvırın bütün uğraşları ahşabın değerini daha iyi anlamamıza vesile oldu…
…..

2015'e 1 KALA

2015’E 1 KALA…


Yağ gibi su yüzüne çıkmakta en maharetli millet hangisidir?

Elbette Ermeniler…

1915 yılında Van, Erzurum, Erzincan, Iğdır başta olmak üzere, o bölgedeki yüzlerce köyü yakıp yıkan, yüzbinlerce Müslüman – Türk’ü en vahşi şekilde katleden ve bölgede bir asırdır sistematik bir soykırım uygulayan Ermeniler;

Avazları çıktığı kadar bağırmakta dünyaya;

SOYKIRIMA UĞRADIK!

…..

SAĞLIK'TA 90 GÜN

SAĞLIKTA 90 GÜN
‘Kararlı bir yaklaşımla ve hizmete inanmış kişilerle, 90 günde bir gökdelen inşa etmek mümkündür.’
Azmin, inancın, samimiyetin, gayretin nelere kadir olabileceğini tanımlayan güzel bir söz…
Bu sözü Kamu Hastaneler Kurumu’nun “Sağlıkta 90 Gün Projesi” ile ilgili resmi internet sitesinde okudum…
Aklınızın bir kenarına not edin lütfen…
 yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.”
Bu sözü de KHK Kastamonu Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Dr. Mustafa Uyanık’ın makam odasının duvarında okudum…
Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’ndan bir pasaj…
Bu sözü de not etsin aklınız…
…..

AZDAVAY’IN MİLADI: KÖMÜR KÖKENLİ DOĞALGAZ

Bu arada Delta Şirketi yöneticilerini şimdiden uyarayım;
Sondaj çalışması yapacağınız bölgede, insanlara yeraltı zenginliklerimizin değerlendirilmesinin, ülke ekonomisine kazandırılmasının önemini anlatmadan işe başlamayın! Yerin altındaki zenginliğin üstündeki güzellikten daha elzem olduğu gerçeğini aktarmadan bir tek ağaca dahi dokunmayın!

Mısır'da Hocalı'yı Görebilmek!

MISIR’DA HOCALI’YI GÖREBİLMEK?

2013 yılı yaz ayları İslam dünyası için iyi geçmiyor!
Mısır’da cereyan eden olaylar, sadece Mısır için değil; bütün İslam dünyası için büyük bir imtihan…
Seçimle başa gelen bir iktidarın Mısır tarihinde ilk kez halkın teveccühü ile Cumhurbaşkanı sıfatını kazanmış lideri, Tahrir kurmacası ile halkın verdiği makamı silahların gölgesinde postallara terk ederken…
Bütün dünyada “bunun adı darbedir” diyebilen tek ülke çıktı…
Demokrasi havariliğine soyunup, seçimlerden, sandıktan, seçmenin özgür iradesinden dem vurup demokrasinin sonucuna bir yıl bile tahammül edemeyenler yanında; diğer kendine demokratların da gerçek yüzünü ortaya koyması açısından önemliydi Mısır’daki olaylar…
Sandıkta verdiği oya, liderine ve demokrasi anlayışına sahip çıkmak isteyen yüzbinlerin Rabiatül Adeviyye Meydanı başta olmak üzere, Mısır’ın tüm şehirlerindeki meydanlarda verdikleri onurlu mücadele ise – benim penceremde – bize bir ders niteliğindeydi…

YÜREK KATEGORİZE OLMAZ

YÜREK KATEGORİZE OLMAZ!

Dün Mısır’daydı yüreğim, bugün Doğu Türkistan’da…
Yarın Hocalı’ya seferim var, yolun ucu Arakan’da…
Acı aynı değil mi? Katliam, zulüm, soykırım…

Ben Rabia Ana’da Doğu Türkistan, Adeviyye’de Mısır’ım…
__________
Bana,
“Acını kategorize et” diyorlar…
Mısır’da akan kana sızlayacaksa yüreğin,
Şu safta yer tut…
Doğu Türkistan’da on yıllardır süren asimilasyon politikasına ve işkence, zulüm, soykırıma isyan edecekse yüreğin,
Öteki tarafa yürü…
Hocalı’da yaşanan mezalim ve soykırımı unutmayacaksa belleğin;
Karşı kaldırımda ol…
Asırlardır yüzümüzü dönüp gözümüzü kapadığımız Medeniyetin Beşiği(!) Avrupa’nın tam göbeğinde soykırıma, işkenceye, tecavüze maruz kalan onbinlerce Bosnalı’yla atacaksa yüreğin,
Çitin ardına geç…
30 küsur yıldır güzel ülkemin taptaze fidanlarına, delikanlılarına, yaşlılarına, kadınlarına, çocuklarına, kundaktaki bebeklerine  doğrultulan silahlara kusacaksan nefretini,
Tezgahın ardında dur…
….

İMAM HATİPLİ OLMAK

İMAM HATİPLİ  OLMAK!

28 Şubat 1997 tarihi ile genelde Melek Liseleri, özelde ve hedefte ise İmam – Hatipler büyük bir tırpan yedi!
Bin yıl süreceği hesaplanan ancak, 4 yılda bir Şubat ayının 29 çektiğinin o gün için düşünlemediği post-modern darbe sonrasında İmam – Hatipler ve meslek liseleri teker teker kapılarına kilit vurmaya başladı…
Öyle ya!
Kesintisiz 8 yıllık eğitim ile mesleki alana 15 yaşında “merhaba” diyen öğrenci;
“ağaç yaşken eğilir” atasözünü öğrenmişti öğrenmesine de,
Ağacın yaşken eğileceğini ve bu ülkenin sanayi sektörünün, turizminin, iş dünyasının, toplumsal yapısının kaliteli ara elemana ihtiyacının her dem süreceğini birileri es geçmişti…
Bu es geçişi;
Üniversite sınavında meslek lisesi çıkışlının önüne 50 puanlık engeller silsilesi çekerek “pes”e çevirdiklerinde;
Meslek liseleri tercih edilen değil, kaçılan okullar haline geldi…
İmam Hatiplerde öğrenci sayısının 500 binden 60 binlere düşmesi bu kaçışın vahatimini gösteren en net görüntü olsa gerek…
İmam Hatipler ve diğer meslek liseleri yaklaşık 10 yıl süren bir dönemin ardından tekrar nefes almaya başladılar…
…..

90 yıl sonrasını görmek...


90 YIL SONRASINI GÖRMEK…

Yıl 1920…
Aylardan Kasım…
Şair-i Muazzama olarak ünlenen Mehmet Akif Ersoy, Kastamonu Nasrullah Camii vaaz kürsüsünde…
Camiye toplanan Kastamonu halkına sesleniyor…
Ama o gün söyledikleri sanki 90 küsur yıl sonrasına hitap ediyor…
Sebilürreşad Dergisi’nin 25 >Kasım 1920 tarihli 464’ üncü nüshasında yayınlanan Kastamonu Nasrullah Kürsüsü vaazından birkaç pasajla sizleri başbaşa bırakıyorum…
Yorum, ekleme, çıkarma yapmadan…
Ama size tavsiyem;
Mehmet Akif’in Nasrullah Kürsüsünden verdiği bu vaazının tamamını okumanız. Hatta Sebilürreşad Dergisinde yer bulan diğer üç vaaz özetini de…
…..

Mısır'da Kim Katledildi?

MISIR’DA KİM KATLEDİLDİ?

Tarih 17 Aralık 2010…
Yer Tunus…
Muhammed Buazizi…
Üniversite mezunu bir seyyar satıcı…
Ekmek parası için seyyar satıcılık yaparken; polisin, ruhsatı olmadığı gerekçesiyle mallarına el koyması üzerine kendini yaktı…
Elbette sadece kendisine değil diktatörlerin fildişi kulelerdeki saltanatlarına da kibrit çaktığını bilmiyordu…
İki yıl içersinde Arap dünyasındaki kukla yönetimlerin hepsi de domino taşı gibi devrilmeye başladı…

FEDAYİ

Azdavay FEDAYİ’sini kaybetti!

O’nu herkes FEDAYİ namıyla bildi…
Biz İmam – Hatip Lisesi öğrencileri ise Şaban Müdür diye…
Bu bir latife değildi…
Bizim gönlümüzde O, okul müdürü kadar saygı duyulacak, bir baba gibi sevilecek bir şahsiyetti…
Benim okuduğum harap bina şu anda yıkılmaya yüz tutmuş durumda… Ben mezun olalı 24 sene geçti…
Ama Şaban Amca’yı Azdavay’ın ıhlamur kokulu sokaklarında ne zaman görsem ellerine uzanır, saygıyla öperdim… Sadece ben değil, onun İmam – Hatip Lisesi’nde görev yaptığı yıllarda talebe olan herkes aynıydı…
Azdavay İmam Hatip Lisesi mensuplarının buluşmasında kimse sevinemedi bu yıl… Gerek program açılışında Kur’an-ı Kerim tilavet eden Muhammed Şahin Hoca’nın duasında Şaban Amca’ya özellikle değinmesi, gerek dernek başkanımız Ayhan Bakır’ın Şaban açılış konuşmasında Şaban Müdüre özel bir yer ayırması ve gerekse O’nun tüm evlatlarının yüreklerindeki burukluk; bu yıl yapılan programa ayrı bir mana taşıdı…
Yıllardır görmediğimiz arkadaşlarımızla hasret giderdik İmam – Hatip Lisesi mensupları buluşmasında… Şaban Amca’yı Hakk’a uğurladığımız günde… Yeni bir özleme yelken açarak…


Ruhun şad, mekanın cennet olsun Şaban Amca…

Azdavay'da Susuz Yaz

AZDAVAY’ DA SUSUZ YAZ

Susuz Yaz…
1963 yapımı dramatik bir film…
Filmin ana teması bir köyde yaşanan su sıkıntısı…
Necati Cumalı’nın aynı adlı hikayesinden uyarlanıp sinemaya aktarılmış bir eser… Bu film aynı zamanda gösteriminin sansürlenmesi ve Altın Ayı festivalinde büyük ödülü almasıyla da hafızalarda yer bulan bir eser…
Eğer bugün bu filmin yeni bir versiyonu çekilecek olsaydı…
Film ekibine önereceğim ilk yer Azdavay olurdu…
Çünkü dramın yanında komediyi de koyabilirlerdi…
…..

efedağ mermer

EFEDAĞ MERMER

Aylardır mailler alıyorum...
Telefonlar geliyor...
Doğayı katleden mermer ocağını kaleme almam için...
Geçtiğimiz günlerde fırsat bulabildim, doğayı katledenleri yerinde ziyaret için...
 Mermer ocağı şantiye alanına gidene kadar sık sık arabayı sağa çekip fotoğraf çektim... Şantiye alanına girdiğimde de fotoğraf makinası elimden düşmedi.
Doğrusu sükut-u hayale uğradım!

Bekçi Rambo Sokağı


BEKÇİ RAMBO SOKAĞI

 

Azdavay…

Karadeniz diyarının şirin, küçük, sessiz, doğa harikası memleketi…

Azdavay…

Bağrında doğanı,

bağrında çocukluk anılarını ölümsüzleştirdiği,

bağrında ilk aşkların heyecanını yaşattığı,

bağrında sılayı en güzide gönül koltuğuna yerleştirdiği insanını bağrında tutamayan gurbet kuşlarının kervan yeri…

Bağrında tutamadıkları bir tarafa…

İnatla kendisini terk etmeyen vefalılarına da vefa gösteremeyen bir vefasız sıla…

RAMBO

RAMBO

“Sen doğarken ağlıyordun ve etrafındaki herkes neşe içinde gülüyordu.
Öyle bir ömür yaşa ki;
Sen ölüme gülerek giderken herkes ağlasın…”
Azdavay’ın Rambosu ölüme gülerek giderken, herkesin yüreğine bir kor düşürdü… Bütün Azdavay’ın gözlerinden yaşlar akıttı.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki;
Her nefis ölümü tadacaktır…
Her birimizin bu fani dünyada aldığı nefes sayılıdır…
Bu dünyadaki ömrümüz ne bir saniye kısalır ne de bir saniye uzar…
…..

Kastamonu Çocuk Hikayeleri

KASTAMONU ÇOCUK HİKAYELERİ

Geçtiğimiz yıl bir hayale adım attım…
Kastamonumuzun zenginliklerini, tarihini, kültürünü çocuklarımıza anlatan eserler hayaline…
İstedim ki,
Geleceğimizin teminatı çocuklarımıza kendi memleketlerini onların dünyasına girerek anlatayım…
Onların çocuk dünyasından Kastamonu kimliğine sevgi pınarları akıtayım…
Benimki bir hayaldi…
Büyük ve ütopik bir hayal…

Tanımadan Tanıtamazsın

TANIMADAN TANITAMAZSIN

Kastamonu özellikle son on yılda turizm sektöründe yer almak için büyük çaba sarfediyor!
Bu sözü yıllardır çok sık duyuyorum…
Turizm sektöründe nasıl yer edinirsiniz?
Öncelikle tanıtımla…
Öyle ya, sizi bilmeyen size gelir mi? Öncelikle kendinizi tanıtacaksınız, anlatacaksınız, sevdireceksiniz, ilgi uyandıracaksınız…
Bunu yapabilmek için de öncelikle kendiniz tanıyacaksınız Kastamonu’yu…
İnsan bilmediğini anlatabilir mi?
Tanımadığını tanıtabilir mi?
Sevmediğini sevdirebilir mi?
Peki Kastamonu’nun tanıtımı için ne yapıyoruz?

Fatihin'in dayısı

FATİH’İN DAYISI

Şehinşah Kayası’nın üzerinden tüm heybetiyle Kastamonu’yu selamlayan bir külliye vardır…
Camisinin mermer taç kapısında büyülenmemek…
Türbesi önünde saygıyla eğilmemek…
Deve Hanı’nın iki kapısının yaşattığı “Yaradılanı Sev yaratandan ötürü’ düsturuyla gururlanmamak…
Medresesinde ecdad önünde şapka çıkarmamak mümkün mü?
Candaroğulları Beyliği döneminden günümüze ulaşan tek külliye olma özelliği taşır…
İsmail Bey Külliyesi’dir burası…
Candaroğulları Beyliği’nin son hükümdarı olan Kemalettin İsmail Bey tarafından 1457 yılı civarında yaptırılmıştır.

Nasreddin Hoca Kastamonulu mu?

NASREDDİN HOCA KASTAMONULU MU?

Türk kültürünün vazgeçilemez bir parçasıdır Nasreddin Hoca…
Hangimiz onun fıkraları ile büyümedik ki?
Kimi zaman eşeğine ters binen…
Kimi zaman göle yoğurt mayalayan…
Kimi zaman ipe un seren…
Kimi zaman köye filler getiren tonton mu tonton, sevimli mi sevimli , nur yüzlü dedemizdir Nasreddin Hoca…
Her fıkrasında hem güler hem düşünür hem de ibret alırız…
…..

Ramazan'da Çocuk Olmak

RAMAZAN’DA ÇOCUK OLMAK

On bir ayın sultanıdır Ramazan…
Tok olanın açın halinden anladığı en güzel günlerdir…
Birlik – beraberliğin,
Kardeşliğin,
Yardımlaşmanın doruk noktasına ulaştığı bir sevgi, saygı, merhamet iklimidir…
….

HAVALANDIK

HAVALANDIK…

Bir hayal gerçek oldu…
Çok değil, üç – beş yıl öncesine kadar hız pistiydi…
Acemi şoförlerin eğitim alanı…
Hatta hayvan otlatılan mera vazifesi gördü…
Ulusal basında “uçak inmeyen havaalanı” diye makaraya bile alındı…
Ve artık hayaller gerçek oldu…
Kastamonu Havaalanı açıldı…
Kastamonu’dan aynı günün sabahı İstanbul’a doğru yola çıkıp, öğlen toplantıya yetişebileceksiniz… Siz İstanbul’a doğru havalandığınızda Cide’ye doğru yola çıkan birisine “daha ne kadar yolun var” diye İstanbul’dan telefon edebileceksiniz…
Ben ömrümde uçağa binmedim… Bırakın binmeyi yakın mesafeden görmedim bile… Artık benim için uçak yolculuğu bir ütopya olmaktan çıkıyor…
…..

dedemin mezar taşı

DEDEMİN MEZAR TAŞI

Osmanlı Türkçesi liselerde seçmeli ders oldu.

Bu ne demek?

Bir Alman Goethe’nin eserlerini, bir İngiliz Sheaksper’in yazılarını, bir Rus Tolstoy’un romanlarını ecdadının kendi el yazısından okuyabiliyorsa;

Türk gençliğinin de Atatürk’ün mektuplarını, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı, Namık Kemal’in şiirlerini orjinalinden, tarihini birinci el kaynaklardan okuyabilmesi, anlayabilmesi, özümseyebilmesi demek…

Osmanlı Türkçesi ne demek?

Cumhuriyet çocuklarının ecdadıyla buluşması demek…

Osmanlı Türkçesi ne demek?

On yıllardır, ecdadımızı bize kendi baktıkları pencereden anlatan Avrupalı tarihçilerin hegemonyasından tarihimizi kurtarmak demek…

Osmanlı Türkçesi ne demek?

“Dünyada kendi dedesinin mezar taşını okuyamayan tek millet!” utancından kurtulmak demek…

Önümüzdeki eğitim – öğretim sezonundan itibaren Osmanlı Türkçesi liselerde seçmeli ders oluyor… bildiğim kadarıyla, 30 Haziran son tarih…

Geleceğini geçmişinden aldığı ışıkla aydınlatan,

Ecdadın tarihi ve kültürel birikiminden en güzel şekilde istifade edip, tarihini tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle öğrenip ibret süzgecinden geçirerek geleceğe tecrübesi eşliğinde emin adımlarla yürüyen,

Kendi dedesinden, atasından ve medeniyetinden utanan, tiksinen, nefret eden değil ecdadını ve ecdadın dünyaya kazandırdığı şanlı medeniyeti özümseyerek gururla ve kendine olan özgüveni ile geleceğe imzasını atan nesiller adına Osmanlı Türkçesi bir adımdır…


Gelin çocuklarımızın seçmeli derslerinden bir tanesini Osmanlı Türkçesi yapalım… Dedesinin mezar taşını okuyabilsin diye her şeyden önce!

Yar Mektubun Ucunu Yakmış


Gezi Parkı bahanesi eşliğinde Taksim’i Tahrir yapma sevdasının şekillendirdiği eylemlerde son zirveyi ana muhalefetimiz yaptı.
Gurur duyalım!
Hollanda Başbakanı Rutte’ye ve Almanya Başbakanı Merkel’e yazılan mektuplar Siyasi Tarihimize altın harflerle yazılacaktır! Kendi ülkesinin hükümetini ve yakın zamanda yapılacak olan seçimlerdeki  en büyük rakibini dış ülkelere şikayet etme, dış ülkelerden yardım isteme cinliği için kutluyorum kendilerini!
Seçimlerin Hollanda ve Almanya’da yapılmayacağını, sandığa Türk Milleti’nin gideceğini ve özgür iradesiyle oyunu kullanacağını birileri umarım kendilerine hatırlatır.
Ben bu hafta köşemi manifesto niteliğindeki mektuplara devretmek istiyorum. Gelecek nesillerin ders kitaplarında bile işleyeceği böylesine muazzam(!), özgürlükçü(!), demokrasi yüklü(!), insan hak ve hürriyetleri sevdasıyla(!) yazılmış mektuplar her zaman bulunmuyor. 

Duran Adam ve Koyun Sürüsü

DURAN ADAM VE KOYUN SÜRÜSÜ

Dalga geçtikleri, Tİ’ye aldıkları Mehter Marşı’na bile rahmet okutur bu eylem…
Mehterin iki ileri bir geri esprisinde bile bir adım ileri gidersiniz!
Ama son eylem fenomenimizde olduğun yerde kalakalıyorsun!
Bu işin esprisi…
…..

Konakların Şahlanışı

KONAKLARIN ŞAHLANIŞI

2013 yılındaki gerek proje gerekse uygulama yardımlarının aslan payı Kastamonu’nun…
Bu aslan payının kazanılmasında en büyük emek sahibi ise Milletvekili Mustafa Gökhan Gülşen…
Her ne kadar kendisi bu çabayı, bu gayreti ve alınan bu harikulade sonucu “benim asli vazifem memleketime hizmet etmek” diyerek tevazuyla değerlendirse de…
Her ne kadar 2013 yılında Kastamonu’nun proje ve uygulama yardımlarındaki aslan payını alması için koşturmasını reklam malzemesi yapmasa da…
Kastamonu’nun tarihi konaklarının şahlanışının startını kimin verdiğini bu memleketin insanlarının bilmesi lazım diye düşündüm…

Kastamonu tarihi ve kültürü adına teşekkürler Sayın Gülşen…  

Amaç Üzüm Yemekse...

AMAÇ ÜZÜM YEMEKSE…

Son iki haftadır Gezi Parkı ile yatıyoruz…
Gezi Parkı ile kalkıyoruz…
Duygulanmamak elde değil!
Bu ne ağaç sevgisiymiş?!
Bu ne yeşil bilinciymiş?!
Gözlerim yaşarıyor; bilinçli(!), samimi (!), duygusal (!), hümanist (!), çevreci (!), sağduyulu (!), barışcıl (!) Taksim eylemcilerinin şanlı (!) yeşil, ağaç, çevre, doğa mücadelesini gördükçe!
Bu onurlu (!) duruşun ve şanlı (!) mücadelenin bir müddet daha devam edeceğini görmek ayrı bir mutluluk veriyor bana!
Taksim’de ağaçları kurtarmak az şey mi?

GEZİ PARKI’NDA AĞAÇ SEVDALILARI!


Ben bir ağaç sevdalısıyım…

Taksim’de yapılacak yeni düzenlemeyle katledilecek olan ağaçları kurtarmak için gittim meydana… Ağaçların yerine AVM yapılmasın istedim… Ağaçlar yaşasın, yeşil kaybolmasın dedim…

Bas bas bağırdı yetkililer:

“Taksim’de AVM yapılmayacak! Ağaçların bir tanesi bile kesilmeyecek! Yeşil öncekinden daha çok olacak!”

Yemezleeer! Öyle derler, ağacı keser, AVM’yi dikerler!

Dedi birileri…

Eylemin ilk günü, eline kitabını alıp gelen, pastasını, böreğini çimlerin üzerine seren yüzlerce ağaç sevdalısı vardı Taksim’de…

Ne yüzümüzde maske vardı, ne elimizde sopa… Bilye dendiğinde aklımıza gelen tek şey ise, çocukların misketleriydi…

…..

ARAKAN'I GÖRÜNCE MÜSLÜMANLIĞIMDAN UTANIYORUM!


Her gün beş vakit ezan sesleri yükseliyor arş-ı alaya yurdumda…

Camilerim beni bekliyor hüzün içinde…

Annemin, ninemin özenle duvara astığı Kur’an-ı kerim’in bir örneği dahi yok evimde… Kur’an hüzünle kendisine yönelmemi bekliyor…

Her sabah işe gidiyorum, hayat arkadaşım, canımın yarısı eşimin hayır duaları eşliğinde…

Çocuklarım okul servisine biniyor, okulun yolunu tutuyor şen şakrak…

Sokaklarda geziyorum ailemle, alışveriş için dükkanlara giriyorum, saç traşı için berbere…

Top oynuyor çocuklar bir okulun bahçesinde…

Salıncaklarda sallanıyor minik yavrular, parklarda…

Ben özgürce, korkmadan, huzur içinde yaşıyorum…

AYASOFYASIZ FETİH ŞÖLENİ!




Tarih: 29 Mayıs 1453…

10 yıldan uzun süren Fetret döneminden çıkalı henüz yarım asır bile olmamış… Osmanlı Devleti, Çelebi Mehmet’in tahtı tek başına ele geçirmesiyle huzur ve sükuna kavuşmaya başlayıp, Sultan Murat Han ile tekrar eski ihtişam ve gücünü yakalamaya çalışmış yıllarca…

Ve henüz 21 yaşındaki Sultan Mehmet, 1453 yılının Nisan ayında geldiği İstanbul surları önünde; “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni!” azmiyle, Bizans İmparatorluğunu tarihin tozlu sayfaları arasına gönderiyor…

Tarih: 29 Mayıs 1453…

Dünyanın gözbebeği İstanbul, 21 yaşındaki bir Osmanlı Padişahı tarafından fethediliyor… İki Cihan Serveri’nin müjdesine ve övgüsüne 21 yaşındaki bir Padişah ve onun askeri mazhar oluyor…

Ve Sultan Mehmet, Sultan Fatih oluyor…

Fatih’in ilk icraatlarından birisi de Ayasofya’yı camiye tevdi etmek…

Asırlar boyunca Ayasofya’da Kur’an-ı kerim sesi hiç dinmedi…

Asırlar boyunca minarelerinden ezan sesi yükseldi semaya…

Asırlar boyunca sayısız iman dolu yürek secde etti Rabbine…

Ve Ayasofya asırlar boyunca İslam’ın güzelliğini, Türk Milleti’nin gücünü temsil etti…