“KART KURT” DİYEN ÜÇ BEŞ
ÇAPULCU!
“Kürt diye bir şey yoktur. Bu, Güneydoğu'daki insanlarımızın,
karda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt diye seslerden oluşmuş bir
kavramdır.”
Bu sözler sıradan bir vatandaşa ait değil… Türkiye Cumhuriyeti’nin
7. Cumhurbaşkanı Sayın Evren’e ait…
“Dağdaki üç beş çapulcu bunlar!”
10 yıla yakın bir zaman kuluçka dönemi yaşayan ve 1984 yılında
ayyuka çıkan PKK terör eylemleriyle ilgili ilk değerlendirmelerden birisiydi bu
sözler… Peki bu sözler kime aitti?
8. Cumhurbaşkanımız Sayın Özal’a…
"Ben Kürt meselesi diye bir mesele kabul etmiyorum. Onu kabul
ederseniz Türkiye'yi bölersiniz"
Tehlike karşısında kafasını kuma gömen Deve Kuşu’nun mantalitesini
yansıtan bu sözler ise 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’e ait…
Kart kurt sesleri eşliğinde dağdaki üç beş çapulcu olarak
gördüğümüz terör örgütünün politikası karşısında kafamızı kuma gömdüğümüz için
bu günlere geldik!
On yıllar boyunca da terörle mücadeleyi benden 5 gittiyse senden
10 gitsin mantığı ve bir spor müsabakasının skor tabelası hamasetiyle yürüttük!
SKOR TABELASI
Şehit
verdikçe terörist avına çıktık…
Öldükçe
öldürdük…
Ne
şehitlerimiz bitti, ne de dağdaki teröristler…
Sanal
alemde ara sıra servis edilen bir PKK’lı sözü vardır:
“ben
dağa çıktığımda 20 yaşımdaydım… Karşımızda da 20 yaşındaki Türk askerleri
vardı. 25 yaşıma geldim, karşımda yine 20 yaşında Türk askeri buldum. 30 yaşıma
geldiğimde de… 35 yaşımda da karşımda hep 20 yaşındaki Türk askerleri vardı.
Anladım ki Türk askeri hiçbir zaman bitmeyecek!”
Gazımızı
(kimi zaman teslim olan kimi zaman da yakalanan olarak sıfatlandırılan) bu
teröristin sözleriyle alırlarken; dağdaki teröristin de yirmili yaşlarda
olduğunu sanırım unuttular! 35 yıldır ne 20 yaşındaki Türk askeri bitti, ne de
dağdaki teröristi!
Milli
Mücadele döneminde, 9161 şehit verdik… Bu şehitlerimizin içinde Türk vardı,
Kürt vardı, Ermeni vardı, Rum vardı, Arnavut vardı, Arap vardı, Süryani vardı…
Hatta
ve hatta Maraş’ı “Kahraman”, Antep’i “Gazi”,
Urfa’yı “Şanlı” yapan bir mücadeleydi bu…
“Türkiye’yi
Türkler kurdu!” derken bile kendimizle çeliştiğimizin farkına varamadık! Ve
ülkemizin en büyük gazetelerinin birinin sloganı şöyledir: “Türkiye
Türklerindir!”
Milli
Mücadele’de verdiğimizin 5 katı şehit verdik PKK terörüyle mücadele için…
Ve
yıllar boyunca özellikle TRT haberlerinde şu sözleri çok sıklıkla duyduk:
“Terör
örgütünde çözülme son hızıyla sürüyor!”
Çözüle
çözüle Kandil’de üs kurdular!
…
PKK’nın
en etkin söylemi;
Ey
Kürt halkı, bu devlet sizi tanımıyor!
Dilinizi
konuşmanıza izin vermiyor!
Ana
dilde eğitim hakkınızı gasp ediyor…
Sizi
üvey evlat olarak görüyor!
Afişeli
sözleri oldu…
Hakkını
vermek lazım ki, kimi siyasilerimiz, bürokratlarımız ve medyamız da PKK’nın bu
söylemlerini haklı çıkarabilmek için yıllar boyunca canhıraş bir gayret içinde oldu!
Cezaevlerinde
evladını, eşini, babasını ziyarete gidenler Kürtçe konuşamadılar uzun yıllar…
“Nassın
oğul, eyimisen?” sorusunu onlarca kez soran yetmişlik bir nine figürünün
yansıdığı sinema filminde ne kadar anlatılabilir konuştuğu ve bildiği tek dili
konuşamamak?! Bunu bilemem…
Ama
şunu sorgularım; bir ülke resmi dilini kendi vatandaşına nasıl öğretemez?
Hatırlayınız
lütfen!
Halk
Eğitim Merkezleri’nde Kütçe kursları açıldığı zaman yer yerinden oynamıştı!
Daha o zaman ülke bölünmüştü(!) ne gariptir ki, Kürtçe kurslarına doğru dürüst
rağbet eden olmadı…
TRT
ŞEŞ kanalı açıldığında en büyük tepki, PKK’dan gelmişti! TRT ŞEŞ kanalının
izlenmemesi için baskı oluşturulmuştu Kürt kardeşlerimiz üzerinde…
Son
zamanlarda ana dilde savunma özgürlüğü getirildi… Kürtçe okullarda seçmeli ders
oldu… Hatta üniversite düzeyinde “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümü açıldı…
Yıllar
önce servis edilen korku tekrar dile dolandı; ülke bölünecek…
Kürtçe
konuşmak serbest olduğunda, Kürtçe yayın yapan TV kanalı kurulduğunda, Kürtçe kurslar
açıldığında BÖLÜNMEDİ ülke!
Ama
bir şeyler bölündü! Yıprandı! Karizmasını çizdirmeye başladı!
Kürt
halkına karşı “Senin hakkını koruyorum edebiyatı” yapan PKK’nın elindeki kozlar
bir bir alındı!
TERÖRÜN MALİYETİ
PKK,
güneydoğu bölgesinde dağları mesken tutan ve fırsat bulduğunda, askerimizi,
polisimizi, vatandaşımızı kalleşçe öldüren bir terör örgütü müdür sadece?
Ve
neden 35 yıllık askeri mücadele bu terörün kökünü bir türlü kurutamadı?
Ya
da şöyle soralım;
Dünyanın
en güçlü ve korkusuz ordularından birisine sahip olan bir devlet, bir terör
örgütünü 35 yıllık zaman diliminde 50 bin şehit verdiği, 400 milyar dolarını
harcadığı halde neden sindiremez?
Dile
kolay…
400
milyar dolar…
Bu
rakam devletin terör ile mücadeleye aktardığı doğrudan para…
Peki
dolaylı maliyet?
Bölgedeki
işsizliğin, köylerden, kentlerden göçlerin, göç edilen şehirlerdeki yerleşimin,
bölgeye yatırımların…
Ve
kara toprağa verilen 50 bin canın getirdiği maliyet…
Kimi
akademisyenlere ve uzmanlara göre PKK terörünün Türkiye’ye doğrudan ve dolaylı
maliyeti 2 trilyon dolara yaklaşıyor!
Bu
ne demek?
Yüzlerce
baraj, yüzlerce okul, yüzlerce hastane, yüzlerce köprü, yüzlerce fabrika,
binlerce kilometre otoban, binlerce kilometre demiryolu, yüzlerce havaalanı,
yüz binlerce istihdam demek…
Peki,
biz terör için milyarca dolar harcarken,
Terörist
silahı, techizatı, beslenmeyi, barınmayı, eğitimi, levazımı, binayı, yayını
beleşe mi sağlıyor?
Dağdaki
5 bin teröristten bahsediyoruz… Siz bunların beleşe mi dağda durduğunu
sanıyorsunuz?
Kişi
başı bin lira verseniz;
Ayda
5 milyon, yılda 60 milyon lira eder!
Sadece
militana verilen maaş!
Ellerinde,
ancak bir devletin ordusunda bulunabilecek ağır silahlar var… Bu silahlar çerez
paketlerinden mi çıkıyor?
Militanların
giyinme, barınma, yeme, içme, sağlık, ilaç ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum!
Ya
da düşünmüyorum! Düşündürülmüyorum!
5
bin militanla on yıllar boyunca dağda gezmek ve 50 bin cana mal olan 50 bine
yakın terörist eylem gerçekleştirmek için paraya ihtiyaç var mı?!
Var!
Peki,
Bu
terör örgütü nerden besleniyor?
DEVAMI
YARIN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler. Yönetici incelemesinin ardından yayına alınacaktır.