MİLLİ VE MAHALLİ TARİH
Yıllardır tartıştığımız, son çeyrek asıra kadar ise
aklımızdan bile geçirmeye korktuğumuz bir tarih gerçekliği vardır; resmi tarih
– gerçek tarih!
Bu ikisi birbirine öylesine karışmıştır ki, hangisinin
hangisi olduğunu vasat derecesindeki tarih bilgisiyle anlamak neredeyse
imkansızdır. Bunun yanına bir de adına “popüler tarihçilik” denilen bir uydurma
alan daha ekleyince, seyreylemeye başladık tarihin tozlu sayfalarındaki
gümbürtüyü...
Sahi...
İlkokul sıralarından üniversite kürsülerine gelene kadar
tarihimizi ve dünya tarihini ne ölçüde verebiliyoruz genç dimağlara? Bilmem
hangi savaşın hangi tarihte yapıldığı kadar hangi ruhla yapıldığına da
değinebildik mi? Bilmem hangi hükümdarın tahta geçtiği yılı, ayı hatta günü
verirken; o hükümdarın beyin fırtınalarından bugünlere dersler çıkarabildik mi?
Bilmem hangi antlaşmanın maddelerini noktası, virgülüne ezberletirken etkisini,
sebebini, nihayetini analiz edebildik mi?
Bu sorular uzar gider ama cevabı büyük bir çoğunlukla
“hayır” olur...
Aynı şekilde; mahalli değerler hususunda da tarih
müfredatımız sınıfta kalmaya ısrarla devam etmektedir! Kendi doğduğu, büyüdüğü,
yaşadığı şehrin tarihini bilmeyene Gotların ne zaman ostro ve vizi olduğunu
anlatıyoruz! Kafa kağıdındaki kayıtlı olduğu şehrin tarihini öğretmediğimize,
Bizans imparatorlarının isimlerini ve taht sürelerini ezberletiyoruz! Damlayı
görmeyene deryayı yüzerek geç diyoruz!
Çocuklarımıza öncelikle kendi yaşadıkları coğrafyanın, nefes
alıp – verdikleri şehrin, sokaklarını arşınladıkları memleketin tarihini ve
tarihi değerlerini öğretmemiz gerekir mi? Tarih dersi not için okunan, sınıf
geçmek için ezber yapılan bir ders olmamalı... Tarih dersi öğrencinin ruhuna
işlemeli, sevilmeli, özümsenmeli, idrak edilmeli...
Bunun yolu mahalli tarihten geçer mi?
Misal; hergün önünden geçip gittiği Nasrullah Meydanının
tarihini öğrenen birisi daha farklı gözle bakmaz mı bu meydana?
Misal; hiç ayağını atmadığı Atabey Gazi Camii’nde Cuma
hutbesinde imamın minbere kılıçla çıktığını öğrenen birisinin merakı ayaklarını
bu camiye sürüklemez mi?
Misal; Fahreddin Paşa, Nuri Paşa, Deli Halid, Halil Kut,
Sadık paşa, Baltacı Mehmet paşa, Hüsamettin Çoban Bey, Mustafa Onbaşı, Mehmet
Çavuş gibi sayısız kahraman askerin hemşehrisi olduğunu öğrenenin göğsü kabarmaz
mı?
Şerife Bacının, Cemile Hanım’ın, Rahime Kaptan’ın, Halime
Çavuş’un hikayesini dinleyen annesinin elini daha bir hürmet ve saygıyla öpmez
mi?
Kaysül Hemedani’yi, Hz. Pir’i, Müfessir-i Alaaddin’i, Ahmed
Siyahi’yi öğrenen, dönüp kıbleye, ruhunu arındırmaz mı?
Velhasıl-ı kelam, öncelikle bir damla bırakalım koca
deryaya... O damlanın ilk halkası olsun mahalli tarih ve yeni halkalar mahalli
tarihin elinden tutarak genişlesin...
Göreceksiniz; mahalli tarihini bilen, özümseyen, seven nesil
milli tarihini de dünya tarihini de daha iyi kavrayacak ve bilecektir...
Geçmişini bilmeyen bugünü kavrayamaz geleceğe yön veremez!
Geleceğimizin teminatlarının geleceğini teminat altına
almanın yolu geçmişini bilmesinden geçmektedir...
Mahalli tarih etkinliklerinde buluşmak üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler. Yönetici incelemesinin ardından yayına alınacaktır.