sakın bu ringe çıkma


Gençlik yıllarımızın vazgeçilmezlerinden birisiydi Nilüfer…

Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses arabeskine soluk aldırdığımız vakitlerde Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Sibel Egemen ve Nilüfer gibi seslerle pop müziğini kulağımıza unutturmamaya çalışırdık…

Haftanın belki de en bomba haberini duyduğumda, gayr-i ihtiyari dudaklarım Nilüfer’in “Demek bana yine hüsran, yine bana hasret var… Yine bana sensiz günler düştü. Eyvah!” şarkısını mırıldanmaya başladı…



Bir masal daha bu hafta başı bitti…

Bir buçuk yıllık bir serüvenin ardından KASTAMONU TV, tarihin tozlu sayfaları arasına gidiş  bileti kestirdi… Bu gidişin dönüşü olmayacak gibi!

Görünen köy kılavuz istemese de, doğru söyleyenin onuncu köye kadar yolu olduğunu biliyoruz…

Ve biz de onuncu köye yerimizi ayırtarak iğne ve çuvaldızın yanına mızrağı da ekledik…

Kastamonu TV neden kapandı?

Malumunuz olduğu üzere, tv sektörü  pahalı bir sektör… Ve bu sektörü ayakta tutan tek gelir kaynağı var: REKLAM!

Bu mantalite gereği olsa gerek kanalın patronları İSTANBUL merkezli bir yapılanmayı seçti.

Doğrudur…

Ve ne yazık ki kanalın kuruluş  aşamasında mangaldaki tüm külleri toplayan piknikçibaşları, iş  mangalın üzerindeki beyaz, kırmızı, mor, sarı etleri pişirmeye gelince, kimisi ip atlamaya, kimisi yakar topa, kimisi saklambaça koştu…

Mangalın başında kala kala üç beş kişi kaldı…

Hallerinden şikayetçi de değillerdi aslında… Bu etleri kızartırlardı…

Fakat o da ne!?

Mangalda kül de yoktu, kor da!

Bu işin kanal ayağı…

Bir de halk ayağı var…

Kastamonu ayağı…

Adı KASTAMONU TV değil miydi bu kanalın?

O halde bir ayağı da Kastamonu’da olacaktı şüphesiz…

Oldu mu?

Bizzat yaşadığım bir anıyla da bunu pekiştireyim, kararı siz verin:

Kanalın kurulduğu ilk günler…

Kanalın o zamanki patronlarından birisi beni aradı…

TV’de bir program yapmam isteniyordu. Ben kim, TV’ ci olmak kim? Dedimse de ısrarlar üzerine “Eh” dedik…

Amma velakin biz “eh” derken, kazın ayağına bakmayı unutmuşuz!

“Kastamonu’dan İstanbul’a her hafta bir kez gideceksin… “

“Niye?”

“Stüdyo İstanbul’da!”

“Kastamonu’da niye yok?”

“İleride açacağız!”

“İyi bari! Gideriz n’apalım?”

“Ama sana ücret ödeyemiyoruz.”

“Abi, zaten para falan istemiyorum ki, masrafı karşılayın yeter.”

“Masrafı da karşılayamıyoruz! Sen kendi imkanlarınla gidip gelecek ve program yapacaksın!”

Tek maaşla geçinmeye çalışan birisi olarak, Dumurun kapısını tıkladığım an!

Aynı muhabbeti birkaç ay önce de kanalın bir yöneticisi ile yaptık! Yine program teklifi, yine aynı dolgun ücret!

Stüdyo İstanbul’da… Tüm canlı yayın ve canlı kuşak programlarının adresi Merter…

Adı Kastamonu TV…

Kanala gerek Kastamonu gerek İstanbul gerek Ankara ayağının verdiği desteği piknikçibaşı misalinde verdik!

Kanalın adını taşıdığı  memleketteki pozisyonunu da gördük…

Yani kanalın beyaz camına perde çekmesinin sebebi tek değil…

Fakat şu manzara ne yazık ki tek;

Kaybeden KASTAMONU oldu…

Konu üzerinde sayfalarca yazılabilir…

Onlarca, yüzlerce günah keçisi bulunup, kara tahta önünde tek ayak üstü bekletilebilir…

Ama beyaz camdaki KASTAMONU hikayesinin karizmasını falçatayla çizdirerek sahneden çekilmesi gerçeğini hiçbir eleştiri, suçlama değiştiremez…

Kanal yönetiminden İstanbul’daki ve gurbet illerdeki Kastamonu ahalisine…

İşadamından yazarına…

Köylüsünden kentlisine…

Hepimizin KASTAMONU TV logosunun sönmesinde az veya çok payı var…

Şimdi hepimizin başımızı iki elimiz arasına alma vakti…

Beyaz camda ikinci hüsranı niye yaşadık?

Kastamonu adı TV sektöründe niye ha bire nakavt oluyor, hem de ilk raundda?

İleride tv ringine çıkacak olan boksöre şimdiden söyleyeyim;

Eğer - sözle değil - kağıt üstünde maddi desteği sağlayamadıysan…

Eğer-  merkezin neresi olursa olsun – Kastamonu’da bir canlı yayın stüdyosu kuramadıysan…

Sakın bu ringe çıkma! 
23.02.2012